19 Ağustos 2015 Çarşamba

replika telefonlar ve modern islam bilgileri

replika telefonlar ve modern islam bilgileri sizlere en güzel modern bilgileri yazan replika telefonlar çok çalısıyor ve gece gündüz bu bilgileri yazıyor replika telefonlar ddiki çok sebebin hazırlanmasına bağlı olmakla birlikle eğitim ve emekteki kusurun giderilmesine bir çare bulmak her işten önce gelir. Zira servet ve mamuriyetine gıpta ve özlemle baktığımız Avrupa’da iğneden ipliğe medeniyetin tüm ürünlerinin en büyük tezgâhı okul ve en birinci üstadı marifettir.“Sanat ve Ticaretimiz" başlıklı bir yazısında ise Kemal (2005: 280), gene medeniyet-terakki âlemine ayak uydurma, kalkınma için gerekli tedbirler hakkında, “gerek ticaret ve gerek sanatın üstadı mektep,
araçlan mektep, sermayesi gene mekteptir” der. "Servet/eğitim” arasındaki nedensellik ilişkisini tersinden kuran bazıları, “eğitim dâhil her türlü gelişme, servetle sağlanır. Bizde ise o yok. Bundan dolayı arzu edilen gelişmeyi sağlayamamakta mazuruz” diyerek kendilerini avuturlar. Hâlbuki Kemal (2005: 48, 52o)’e göre, eğitim ve gelişmeyi doğuran servet değil, bilakis serveti doğuran sebep, eğitim ve emektir. Aynı şekilde Ebuzziya Tevfık’e göre de eğitimin ilerlemesini zenginliğin artmasından beklemek doğru olamaz, çünkü zenginliğin kaynağı da gene eğitimdir (Agm). Kemal (2005: 49, 373), bu yüzden, devletin fonksiyonunu adalete hasrederken eğitimi temelde sivil, halkın inisiyatifine ait bir alan olarak görür.

Namık Kemal (2005:5i6-2i)’in bu konuda diğer Müslüman düşünürlerden ayrıldığı kritik nokta, geleneksel anlayış uyannca seçkinler yerine halkın eğitimine öncelik vermesidir. Nitekim onun “talim” veya "terbiye” yerine “maarif’ kavramını kullanması bunun içindir. Onun yazılarında sıkça kullandığı marifet, kendisini ve Allah’ı tammak suretiyle inşam dünya ve ahiret saadetine götüren nitel bügi, maarif he Arapça edeb, Almanca bildung (Prange 2004) denen ahlakî eğitime yarayan "bilgi, kültür” anlamına gelir. Kemal, bu kavramla, geleneksel, dar anlamda bir ahlak terbiyesinin ötesinde, gerek okullar gibi formel, gerekse de vaaz ve basın gibi enformel yollardan halkın bilinçlendirilmesine yönelik geniş kapsamlı bir kamusal eğitimi ifade eder.
Namık Kemal, elit zihniyetince önceden halkın eğitimsiz, bilinçsiz bırakılmasında bir beis görülmediğini, hatta bunun siyasî kontrolü kolaylaştırması açısından tercih edildiğini, ancak toplumsal kalkınma ve siyasî katılımı zorunlu kılan modern çağda böyle bir tutumun artık toptan yok olmayı göze almak anlamına geleceğine inanır. Ona göre halkın bilgilenmesini devlete zararlı görenler, yok olmaya doğru gidiyorlar. Çünkü Avmpa’da ve bütün dünyada bilgi ve kültür, artık kamunun malı ve beka
730 BEDRİ GENCER
sebebi haline geldi. Oralarda okumak-yazmak, -Almanca bildun^y^^^ minin da anlattığı gibi- mekanik bir eylemin ötesinde insanların . lan dünyanın bilincine varmaları anlamına gelmektedir. Batı’da aile biu çelerinde gazete, kitap, okul gibi bilgi araçlarına ayrılan para, diğer zaruf ihtiyaçlar için ayrılan miktatın denginde veya üstündedir. Hatta alfa|>, yazı, imla, coğrafya, tarih, temel matematik gibi temel bilgiler, çocuklarj daha ailelerinde öğretildiğinden okul müfredatlarına alınmıyor bile.
Kemal, bu bakımdan eğitimin amaçları ve reformu konusunda ülke şartlarına uygun gerçekçi bir siyasadan yanadır. Bu konuda henüz 1865 yılında Leskofçalı Gâlib’e yazdığı mektup önemlidir.^^'’ O bu mektuba yazmadan önce okuduğu Fransız eyalet okullarına ait yönetmeliği oldukça faydalı bulmakla birlikte pahalı olduğundan dolayı Osmanlı açısından fızibil görmemiş, bu yüzden evrensel ilkeler ile çağdaş ihtiyaçları birleştirerek somut, fızibil öneriler geliştirmiştir. Namık Kemal (2005:113), eğj. timde başarı için gerekli gerçekçi tutumun önemini başka yerlerde de belirtir. Ona göre eğitim seviyesini yükseltmek için benimsenecek yol konusunda çok farklı görüşler mevcuttur. Hâlbuki bu konuda ileri sürülecek fikirlerin parlaklığından çok tutulan herhangi bir yolun kararlılıkla uygulanması önemlidir. Eğitim atılımı konusundaki niyetler samimi ise, gerek devlet, gerekse de halk tarafından, büyük üniversiteler, öğretmen okulları, her köye okul açmak gibi uygulanması zor, iddialı projeleri zamana bırakarak önce yalnız İstanbul’da düzenli birkaç ilk ve ortaokul açılmalıdır.
Ona göre halk için eğitimin maddî ve manevî üç amaç ve işlevi vardır; fikri gelişim, ahlakı güzelleştirme ve servet kazanımı. Diğer bir deyişle eğitimin amacı, bilinci, vicdanı ve mesleği geliştirmektir. Görüldüğü gibi Kemal (2005: 479), gene bildung kavramı uyarınca kişilik terbiyesini ledefleyen eğitimi, geçimi sağlayacak bir meslek kazandırmaya yönelik iğretimden ayırmaz. Eğitimde yapılacak reform. Tuna halkının Hıristi-anlar ve Müslüman unsurlarının ihtiyaçlarına göre ayrı ayrı ele alınmadır, ona göre. Müslümanlara gereken, kendi haklarını, siyasî sorumluklarını ve vatandaşlık bağlarının türleri ile çağdaş gelişmelerin dina-
Namık Kemal, bu mektubunu, Tuna vilayetinde Midhat Paşa’nın yanında ve Tuıa , :etesinde çalışan Leskofçalı Gâlib’e İstanbul’dan göndermiştir. Leskofçalı Gâlib, | nal’e üç mektup göndererek Tuna
iniklerini mümkün olduğunca öğrenmektir. Bu da belirtilen faydalan elde edecek şekilde tarih ve coğrafyayı herkese okutarak ve mevcut kânunlara müracaatı öğreterek gerçekleşir. O. bir millet için istikbali sağlayacak sivik bağların geliştirilmesi ve ideal birliğinin, yani ortak siyasî kültürün ancak eğitim sayesinde gerçekleştirilebileceği kanaatindedir.
Ulusal birliğin kurulmasında dil birliğinin öneminden dolayı Hıristiyan tebaanın çocukları için gerekli olan ise okullarında Türkçe eğitim vermek ve Rus ve Fransız papazlar yerine PoIonyalı ve Macar öğretmenler atamak suretiyle fikirlerini bize uydurmaktır. Ahlakın güzelleştirilmesi ise yalnız eğitimle başarılacak bir şey olmasa da okullarda İslam inançları ve ahlakî faziletleri anlatan iyi kitaplar okutmak ve bunu pratik olarak ilişkilerde göstermek bu yolda önemli işlev görür.replika telefonlar Bunlardan başka iki evrensel kural da eğitimin zorunlu şartlarındandır. Birincisi, kadınlarm da eğitim kapsamına alınmasıdır. Zira anne olan kadınlar, geleceğin büyükleri çocukların kişiliğini şekillendiren ilk öğretmenlerdir; bu yüzden çocukların ve dolayısıyla gelecek toplumun kalitesi, onların kalitesine bağlıdır. Kemal (2005: 111), başka yerlerde de Batı'da eğitimli kadınların toplumsal hayatta oynadığı rolün önemini vurgular. Kadınların eğitimi, Ebuzziya Tevfik’in de adı geçen makalesinde önemle üzerinde durduğu bir meseledir.
POZİTİVİSTİK EĞlTlMÎN ÇIKMAZI İslam dünyasında eğitime yüklenen yeni misyona dair en belirgin tavırlar, İngiltere ve Fransa gibi merkez ülkeleri ziyaret eden Hintli ve Mısırlı aydınlarda görülür. Sir Seyyid Ahmed Han, Batılı medeniyetin kıblesi olarak gördüğü İngiltere’deki eğitim sisteminden oldukça etkilendiği için Hindistan’daki İslâmî reform hareketinde eğitimi merkeze aldı. Ona göre ne geleneksel İslâmî eğitim kurumlan, ne de Hindistan’daki resmî İngiliz okulları, Müslümanların ilerlemesi için yeterliydi. Amacı, İslâmî bir rönesans için Batılı bilimlerin ve İngiliz dilinin Hint-Müslüman gençliğine aktarılmasıydı ki bu eğitim atılımı 1875’de /Migarh’ta ünlü İngUiz-Doğulu Kolej’in kurulmasıyla taçlandı. Ahmed Han, bu amaç doğrultusunda eğitimde önceliği, Hint Müslüman erkek gençliğin yüksek öğrenimine ve teknik eğitimden çok beşerî bilimlere [liberal art^ verdi. Çünkü durumun aciliyeti karşısında öncelikli hedef, aynı zamanda kendi geeneğine de aşina, evrensel bir vizyona sahip bir aydın
rilmesiydi. Bu neslin önderliğinde ancak özlenen kültürel-toplur^j ğişim sağlanabilirdi (May 1970: 41, 75-81, Siddiqi 1982: 211-7).
Sömürgeci Batı’ya muhalif bir aydın neslinin yetişmesini saglayjjj, I eğitim siyasasını kendi açılarından hata olarak gören Lord Crorner ^ ' sır’da daha farklı bir vizyon benimsedi. Hedef, aydınların iğvalarına { pılmayacak “uslu vatandaşlar” yetiştirecek temel ve teknik eğitime ağırij| vermekti (Mitchell 1988). Dolayısıyla Mısır’da önemli olan, aydınlan^ eğitim vizyonlarının bu sömürgeci vizyondan etkilenme, onunla örtüjujç ve ondan ayrılma derecesinin tespitiydi.
Mısır gibi geri-kalmış bir toplumda aydınların eğitime hayatî bir önem atfetmesi tabiiydi. Bu konuda da önce Abduh’un mübeşşiri Rifâ'j Tahtâvî’nin görüşlerine bakmak yerinde olacaktır. Tahtâvî, Mısır'ın otokratik geleneği uyarınca geleneksel elit politikası telakkisini sürdürse de, OsmanlI’da olduğu gibi modernleşme sürecinin geleneksel siyasî sadakat sembollerini aşındırarak ve yönetim işini bürokratik bir mekanizmaya aktararak şeffaf hale getirdiğini, bunun da halk tarafından siyasi seferberlik ve katılımı gerektirdiğini görüyordu. Bu ise yönetim sürecinde meşruiyetin kontrolü için kamuoyunun kendini duyurmasını ve buda siyasî eğitim yoluyla halkın bilinçlenmesini gerektiriyordu. Modem dünyada yönetimin hem karmaşık ve hem şeffaf hale gelmesi, siyasî eğitimin önemini arttırmıştır. Bu sebeple Tahtâvî’ye göre öncelikle yönetim katında memurlar hakkıyla eğitilmelidir, zira bir köy muhtarı olmak için bile eğitim gerekmektedir. Diğer taraftan doğrudan hükümet görevlisi olmayan halk da, hak ve sorumluluklar dengesine dayalı vatandaşlık bilindni kazanmak için gerekli siyasî eğitimi almalıdır (Hourani 1993:76).
Tahtâvî’nin bu görüşlerinin, Namık Kemal (2005: 199-205)’^ örneğin “Efkâr-ı Umumiye” başlıklı yazısında savunduğu görüşlerden pek farklı olmadığı görülür. Ancak onun ayrı medeniyet-modemlik kavram-laştırması uyarınca ulemaya yüklediği yeni rol, farklı bir eğitim zihniyetini haber verir. Osmanlı’da olduğu gibi Mısır’da da cemaatin moral önderliği yanında ulemanın temel siyasî işlevi, halk ile hükümet arasında aracılık yaparak İslâmî meşruiyetin sürdürülmesini denetlemekti. Ancak "dev-lef’le mütemayiz modern siyasetin ihtiyaç duyduğu yeni meşmiyet, daha doğrusu “yasallık” ve modern eğitimle yetişen rakip aydın sınıfının zuhuru, ulemanın geleneksel konum ve işlevini de etkilemişti, Tahtâvd’ye göre. Modern toplum ve siyasette İslâmî meşruiyetin ve dolayısıyla kendi
İSLAM’DA MODERNLEŞME 733
geleneksel statüsünün tamamen kaybını önlemek için ulema, aydın sınıfıyla işbirliği yapabilir hale gelmek için formasyonunu geliştirmelidir.
Ona göre İslam hukuk hükümleriyle modem Avrupa anayasalannm dayandığı "tabiî hukuk" hükümleri arasında pek fark yoktu. Bu yüzden modern çağın şartlanna uyumunu göstermek için İslam hukukunun yeniden yorumlanması gerekiyordu. Bunu yapabilmek içinse ulema, modern bilimleri kazanmak zonmdaydı (Tafsilat, Livingston 1996).replika telefonlar Ulema bu yeni formasyona ulaştıktan sonra, doktor, mühendis gibi aydın teknokratlarla işbirliği yaparak devlete hizmet edebilecekti. Burada Hourani (1993; yöj’nin vurguladığı gibi Tahtâvî, Saint-Simoncu bir vizyonu yansıür. Teoloji veya sosyoloji, her bilgi türü, kendine özgü bir taşıyıcı aydın sınıfı üretecekti. XIX. yüzyıl sosyalizm ve pozitivizminin öncüsü Comte de Saint-Simon (1760-1825), sefaletin yok edildiği ve rasyonalizmin dinin yerini aldığı teknokratik bir toplum tasarlamıştı. İşte Tahtâvî’nin gözünde ulema, bir tür rasyonel-teknokratik toplumda meş-miyeti sağlayacak Saint-Simoncu “bilimlerin papazları" işlevini görecekti.
O, Batı medeniyetinin karakteristiği olarak gördüğü terakki veya kalkınmanın temelde eğitim sayesinde gerçekleştirileceğine inamr. Ona göre milli servet, faziletin, fazilet de eğitimin ürünüdür (Wendell 1972: 128). Bu şekilde Tahtâvî, kalkınmanın eğitimden kaynaklandığı görüşünde Kemal ile uyuşur. Bu yüzden onun hayatının çoğu öğretmenlik veya eğitim kurumlannın tesisiyle geçti. Eğitim hakkında müstakil bir eser de veren Tahtâvî’ye göre eğitim-öğretim, modern çağın ihtiyaçlarını dikkate almalıdır. İsmail’in modernleşme projesi uyarınca kız ve erkekleri kapsayan bütün vatandaşların eğitimini savunan düşünüre göre eğitimin amacı, bir şahsiyet inşası olmalıdır (Mitchell 1988: 88-90. 103, 108, 119). Bu ise kuru bir bilgi manzumesinin aktarılmasından çok beden sağlığı, aile ve görevlerinin, arkadaşlığın ve hepsinden önemlisi vatanperverliğin öneminin aşılanmasını gerektirir. Tahtâvî, vatandaşların ülkesine karşı birlik, itaat, fedakârlık gibi ödevlerinden sonra hak ve özgürlüklerini sayarak siyasî ahlak eğitimi için bir çerçeve oluşturmaya çalışır. Namık Kemal gibi, “vatan sevgisi imandandır" mealindeki ünlü hadis-i şerife*^^ dayanan “hubbü’l-vatan" kavramını vurgulayarak ulusal bütünleşme için yeni, kapsayıcı bir siyasî bağ, Halduncu terimle asabiye geliştirmeyi amaçlar.
' 'Aciûnî (2006:1/398) bu sözün hadis olmadığını belirtir,replika telefonlar sundu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder